23 Aralık 2016 Cuma

Gelişimin Diyalektiği

Ritmik gelişim ve toplumsal/kıtasal/evrensel dönüşüm...
H.GÜRER
23 Aralık 2016

“İnsan bilmediklerinin esiridir, öğrendikçe özgürleşir” der Sipinoza. Bilginin önemine, bilgisizliğin esaretine değinir. Bilgi, insan topluluklarının tarihsel gelişim evrelerinde önemli bir yere sahiptir. Topluluklarla başlayan bilgi serüveni, yine onlar tarafından kaydedilerek, kullanılarak, değerlendirilerek, geliştirilerek, kuşaktan kuşağa aktarılıp arşivlenerek sonsuzluğa doğru yol alır.

Latince “Sapere aude” yani “Bilmeye cesaret et!” ifadesi, esasen bilgiyi edinme serüveninin ‘kolay’ ve ‘basit’ bir eylem olmadığını vurgulamaktır. Keza dönemin en önemli Romalı şairlerinden Horatius’un kullandığı haliyle “Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!”dir… Kant, bu deyiş ile, 18.yy Avrupa’sında başlayan “Aydınlanma çağı”nın felsefesini özetleyecektir.


Ritmik gelişim
15. ve 16. yüzyılda İtalya da başlayan Rönesans Avrupaya yayılmıştır. Avrupa kendi “Rönesans”ını (yeniden doğuşunu) gerçekleştirirek önemli devrimler yapmıştır. Rönesansı izleyen “Reform” hareketleri ise 16.yüzyılda Almanya da Martin Luther tarafından Endüljans uygulmasına karşı yazdığı 95 maddelik bildiri ile başlar. “Endüljans, Orta Çağ Avrupası'nda bir tür günah çıkarma ve ölümden sonra cennete gitmek için Papa'nın sattığı af belgesi”dir. Martin Luther’in kilisenin bu uygulamasına karşı yazdığı bildirisi ile başlayan Reform hareketi o zamana dek Avrupa da tek mezhep olan Katolikliğin bölünmesine yol açar. “Reform kiliseleri” adı verilen oluşumların doğmasına, Hıristiyanlığın; Katoliklik, Ortadoksluk ve Protestan olarak üçe bölünmesine neden olur. Martin Luther ise Protestanlık mezhebinin kurucusu olarak tarihe geçer. Ve ‘Sosyolog Max Weber, Protestan mezhebini kapitalizme zihinsel ortam hazırlayan, ahlaki olarak kapitalizme geçit veren bir zihniyet dünyası olarak tanımlar’.

Şüphesiz Reformun getirdiği yenilikler, değişimler öyle basitçe kabullenip hazmedilmez. Avrupa da yayılan Reform, kanlı savaşarıda beraberinde getirir. Tarihte “Otuz yıl savaşları” olarak bilinen bu savaşalar bunun en çarpıcı örneklerindendir.

Rönesans ile Avrupa; düşüncenin önünde ki engelleri ortadan kaldırmaya çalıştı. Matematik, tıp, biyoloji, astronomi alanlarında gelişmeler sağladı. Bununla birlikte insan vücudu, tabiat, doğa olayları, evren, güneş sistemi, bilim, felsefe, sanat, edebiyat ve daha bir çok alanda yeni bilgilere ulaşıldı. Skolastik görüş sarsılıp, humanist düşünce gelişti. Böylece insan ve doğa sevgisi ön plana çıktı. Tüm bunlar ise Reform hareketlerinin doğmasına yol açtı.

Reform ile Avrupa da; Katolik mezhebinin bölünmesiyle kiliselere ve papazlara, din adamlarına duyulan körü körüne güven ve bağlılık azaldı. Din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı. Eğitim ve öğretim kilisenin elinden alınarak laikleştirildi. Ve daha bir çok gelişme başta Katolik kilisesinin olmak üzere Din’in kendini düzenleyip-yenilemesini zorunlu kıldı. Avrupa, dinsel reformunu önemli ölçüde gerçekleştirmiş oldu.

Tüm bu “Rönesans” ve “Reform” hareketlerinin etkisi 18. yüzyıla gelindiğinde düşünce alanında önemli ve köklü değişimlere yol açacaktır. Avrupa her ne kadar Rönesansını ve Reformlarını gerçekleştirmiş olsa da, 18. yüzyıla kadar, baskıcı, değişmez, mutlak, kesin doğrular ve kurallar ortaya koyan, dinsel inanışların ve skolastik düşüncenin[1] esaretinden bir bütün olarak kurtulamamıştır. Bunlardan bir bütün olarak kurtulmanın bu kadar kısa sürede ve basit olamayacağı açıktır.

Bu esaret, her konuda akla öncelik tanıyarak, düşüncenin, bilginin, kuşkuculuğun, deneyimlerin ve araştırmaların ön plana çıkarılması ile 18.yy da Avrupa da Aydınlanma Çağı ile birlikte kırılır. Aklın, düşüncenin, bilginin, kuşkuculuğun, deneyimlerin ve araştırmaların ön plana çıkarılıp, ‘her konuda akla öncelik tanıyarak düşünce sisteminde aydınlanma’ sağlanmış ve “aklın kullanılması ile doğru bilgiye ulaşılabileceği” hükmedilmiştir. Bu yeni dönem ile bilim, sanat, felsefe, edebiyat, siyaset, tıp, iktisadi ve sosyal alanlarda önemli büyük gelişmelerin olduğu döneme Aydınlanma Çağı denildi.

Aklın kullanımının, bilginin ediniminin ve dahası bunların toplumsal bir gelişim ve ritmik dönüşümü açısından önemini Rönesanstan Reformlara ve oradan da Aydınlanma Çağına ve günümüze dek nasıl geliştiğini, insanlığı nerelere taşıdığını görmek açısından önemlidir. Keza, Aydınlanma Çağı’nın insan düşüncesini, Din’in etkisinden önemli oranda kurtardığından ve yine Endüstri devrimini hazırlayan önemli bir süreç olduğununda altını çizmek gerekir. Endüstri devriminin yarattığı işçi sınıfı ile, ütopik Sosyalizm düşüncesinin de ortaya çıktığını, Marks ve Engels’in bunu geliştirerek bilimsel sosyalizmi inşa ettiklerinin notunu da burada düşelim.

Avrupa da yaşanan bu üç tarihi hareket (Rönesans, Reform ve Aydınlanma Çağı) ile bunların sonucunda elde edilen yeni buluşların, üretime olan etkisi ve bunların gücüyle Endüstri Devriminin gelişmi ile Din, batı Avrupa da siyasal işlevini de önemli ölçüde yitirmeye başladı. Avrupa ortaçağı aşıp pozitif bilimlerde yoğunlaşınca dikey sıçramalı bir gelişim evresine girdi.

Toplumsal/kıtasal/evrensel dönüşüm…
Endüstri devriminin ilki buharlı makinelerin bulunması aşaması olarak kabul edilir. Daha anlaşılır olması için kabaca kömür ile matbaanın birleşmesinde oluştuğunu belirtmemiz faydalı olacaktır. İnsanlık tarihinin bu ilk ve önemli devrimi ikinci bir Endüstri devrimini geliştirdi. Bu ikinci devrim, petrol ve ‘karbon çağı’ olarak ifade edilir. Diğer bir ifade ile, elektirikli iletişim araçlarının petrol ile birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Dünyada ki en büyük ve etkili dört şirketten üçünün petrol şirketi olması bunun kanıtlarından yalnızca biri olarak gösterilebilir.

Birinci Endüstri devriminde kol emeğine/kas gücüne dayalı üretim ilişkisini, yani emek-yoğunluğu insan kaynağı olan ilişkisinin yerini yavaş-yavaş makinelerin alması izledi. Yani birinci Endüstri devriminde insan emeği birincil ve temel rol oynarken, ikinci Endüstri devrimi ile makinelerin yavaş yavaş birincil sıraya geçmesi gerçekleşti. Buna kabaca, özne ile nesnenin yer değiştirmesi diyebiliriz. Ki, birinci endüstri devriminde temel rol oynayan insan, ikinci Endüstri devriminde ise, insan kaynağı üretimde yardımcı/yanal güç pozisyonuna geçmiş oldu.

Üçüncü Endüstri devrimi[2] ise bilindiği gibi bilgi-iletişim teknolojisine, yenilebilir enerji sektöründeki ilerlemelere, insan ilişkilerine ve iletişimlerine, toplumsal yönetim ve eğitim alanlarında meydana gelen köklü değişimlere dayalı yaşanan gelişmeler olarak tanımlanmaktadır. 1.Endüstri devrimiyle, dünyanın dört bir yanını demir yolları ağıyla birbirine bağlayan insanlık, “3. Endüstriyel Devrimi” ile bilgisayar ve internet tekonolojisi ile tüm dünyayı birbirine bağladı. Böylece, “Mekanik ve elektronik teknolojilerin yerini dijital teknolojiye bırakması ve programlanabilir makinelerin kullanılmaya başlanmasıyla” canlı emeğin üretimde ki rolünü de azalttı.

İnsanlığın “Dördüncü Endüstri devrimi”nin arifesinde bulunduğunu söyleyen ekonomist kuramcılar, bu süreci “bilişim teknolojileri” olarak tanımlamaktadırlar. 2011 yılında Almanya’nın Hanover şehrinde yapılan fuarda ismini “Endüstri 4.0” olarak ilk kez duyuran 4.Endüstri devrimi yaşamımıza girmiş ve Almanya devletinin desteği ile günümüz sanayisinde yerini almış bulunuyor. Sırasıyla gelişen endüstri devrimleri kol emeği merkezliyken, süreç içinde kol emeğine dayalı iş gücü azalmaya, bu eksende çalışan insanlar işlerini yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştı. Günümüzde ise teknisyenler ve mühendisler işsiz kalır duruma geldi. 4. Endüstri devrimi ile daha az enerjiye ihtiyaç duyulacağını, insanların kendi ihtiyaçlarını başkalarının üretmesi yerine, kendilerinin evlerinde üretmesini öngörüyor. Bu, üreten ile tüketenin aynı olması demektir! Buna basit örnek ise dünyanın geleceğini değiştirecek olan 3D teknolojisi gösteriliyor.

3D (bilgisayar destekli tasarım) yazıcı ile, bilgisayar ortamında tasarlanmış basit yapıda olan ürünleri herkesin üç boyutlu olarak katı formda üretebileceğini, zamandan, mekandan ve mesefade sınır tanımaksızın bilgiyi paylaşarak bağımsız olarak üretmenizi mümkün kılıyor. Yani günümüzdeki devasa fabrikalar artık “küçük bir kutuya sığdırılacak” ve evlerde yerini alacak.

“Mümkün değil” diyenlerinizi duyuyorum. Dünün koca matbaalarını bugün ev ve iş yerlerimizde küçücük yazıcılar olarak kullandığımız gerçekliği unutulmasın! Keza, telefon ve bilgisayarın yaşamımıza girdiği şu kısa zaman diliminde insanlığın kat ettiği yola dönülüp bakılmalıdır. Kapitalizm ağır, hantal, ürkütücü fabrikalardan, sanayilerden, kendini evlere doğru küçülterek evrimini ve devrimini sürdürüyor. Tabi ki “4. Endüstri devrimi” bu kadarla “sınırlı” değil. Yapay zekâ, akıllı robotlar, algılayıcı sensörler, siber enerji gibi bir dizi şeyi öngörüyor.

Ateşi keşfederek serüvenine devam eden insan, gerçekleştirdiği endüstri devrimleriyle tüm canlıları, insanlığı, yaşadığı dünyayı etkilemiş, değiştirmiş ve değiştirmektetir. Peki tüm bunlar yer kürenin bize çok uzak olmayan bir veya bir kaç kıtasında yaşanırken, tarihsel gelişim zinciri ile ele alındığında Ortadoğu da durum neydi? Biz Ortadoğulular neleri yaşıyorduk? Neleri yaşıyoruz? Sosyal, kültürel, politik, sanatsal, dinsel/inançsal, iktisadi, vd. Bir çok alanda Rönesansımızı, Reformalarımızı, Aydınlanma çağımızı, endüstri devrimlerimizi vs. gerçekleştirebildik mi?






[1] Skolastik düşünce: Kaynağını dini öğretilerden alan, bütün soruları İncil ile açıklamaya çalışan, bilime karşı olan düşünce sistemidir.
[2] Bu konuda daha geniş ve detaylı incelemeler için ekonomik ve sosyal kuramcı Jeremy Rifkin’in “3. Endüstriyel Devrim” kitabına göz atılabilir.